How to use this site:
1. Browse through the alphabetical list of posts
2. Use the labels/tags to find pieces on specific topics.
3. Use the search feature for specific items of interest.
4. Browse through zines, books, and other printable items by using the PDF tag.
5. Check out the popular lists to see what others are reading.
6. For updates, bookmark this page and return often, follow, subscribe (by email or other- see below), or friend on facebook and/or tumblr.
7. Check out the other pages for more links, information, and ways to contribute.
8. Comment, and email me your own writings!

Oct 2, 2010

ANARKO-FEMİNİZM NEDİR?

http://anarsistbakis.wordpress.com/2008/09/08/anarkao-feminizm-nedir/

ANARKO-FEMİNİZM NEDİR?

Her ne kadar otoritenin tüm biçimlerine ve devlete karşı çıkma 19. yüzyıl ilk feministleri arasında güçlü bir şekilde sese yol açmışsa da getirmişse de, 1960′larda başlayan daha yenice olan feminist hareket anarşist pratik üzerinde şekillenmiştir. İşte anarka-feminizm terimi burada, faaliyet içinde bulundukları daha geniş feminist ve anarşist hareketler içinde onlara ilkelerini hatırlatmak için çalışan ortaya çıkan kadın anarşistleri ifade ederekn anarko-feminizm buradan ortaya çıkmıştır.
Modern anarka-feministler gerek erkek gerekse kadın daha önceki anarşistlere dayanırlar. Aslında, anarşizm ile ve feminizm her zaman birbirleriyleine oldukça sıkıca yakın bağlantılıar içinde olmuşturlardır. Birçok önde gelen feminist –&ouuml;ncüsü hareketin lideri olan Mary Wollstonecraft (Kadın Haklarının Korunması’nın yazarı), Komüncü Louise Michel, her ikisi de Amerikalı anarşistlerden olan Voltairine de Cleyre ve kadınların özgürlüğününeşmesinin yılmaz savunucusu şampiyonu Emma Goldman (örneğin onun ünlü makaleleri “Kadın Trafiği”, “Kadınların Oy Hakkı”, “Kadınların Kurtuluşu Trajedisi”, “Evlilik ve Aşk” ve “Ahlağın Kurbanları”na bakınız) dahil olmak üzere– aynı zamanda da anarşistti. Dünyanın eEn eski anarşist gazetelerinden birisi olan Freedom 1886′da Charlotte Wilson tarafından kurulmuştu. Virgilia D’Andrea ve Rosa Pesota gibi anarşist kadınlar hem liberter hem de emek hareketlerinde önemli roller üstlenmişti. Bunların yanı sıra, (Proudhon hariç) önde gelen anarşistlerin hepsi kadınların eşit olmasını desteklemişlerdir. İspanyol devrimi sırasında İspanya’da ortaya çıkan “Mujeres Libres” (“Özgür Kadınlar”) hareketi, temel özgürlüklerini korumak, ve kadınların özgürlüğüne ve eşitliğine dayanan olacağı bir toplumu yaratmak için örgütlenen kendiliğinden organize olan kadın anarşistlerin kadınların klasik bir örneğidir (bu önemli örgüt organizasyon hakkında daha ayrıntılı bilgi için Marta Ackelsberg’in İspanya’nın Özgür Kadınları adlı çalışmasına bakınız). AyrıcaBunların yanı sıra, (Proudhon hariç) önde gelen anarşistlerin hepsi de kadınların eşitliğinin sıkı destekçileridir olmasını desteklemişlerdir. Örneğin Bakunin ataerkilliğe karşı çıkar ve nasıl yasanın “{kadınları} erkeğin mutlak tahakkümüne tabi kıldığı”nı açıklar. Şöyle der: “erkekler ve kadınlar eşit haklara sahip olmalıdır”, ki böylece kadınlar “bağımsız ve kendi yaşam yollarını şekillendirmekte özgür olabilsinler”. “Otoriter kanuni ailenin” sona ermesini ve “kadınların tam bir cinsel özgürlüğe” [sahip olmasını] dört gözle bekler (Bakunin on Anarchism, s. 396 ve s. 397).
Yani, 1860′lardan itibaren anarşizm kapitalizm ve devletin radikal bir eleştirisini, ataerkilliğin (erkeklerinin yönetimini) eş derecede güçlü bir eleştirisiyle birleştirmiştir. Anarşistler, özellikle de kadın olanları, modern toplumun erkeklerin hakimiyetinde olduğunu kavramıştır. (Buenos Aires’te yaşayan göçmen bir İtalyan anarşisti olan) Ana Maria Mozzoni’nin söylediği gibi, kadınlar “sizi lanetleyen rahibin bir erkek olduğunu; sizi ezen kanun yapıcının bir erkek olduğunu, sizi bir nesneye indirgeyen kocanın bir erkek olduğunu; sizi taciz eden hovardanın bir erkek olduğunu; sizin düşük ücretli çalışmanızla kendisini zenginleştiren kapitalistin ve bedeninizin fiyatını sakince cebine atan spekülatörün bir erkek olduğunu görecekler”. O zamandan bugüne pek bir şey değişmemiştir. Ataerki hala vardır; anarşist gazete La Questione Sociale’den alıntılarsak, kadınlar “hem toplumsal hem de özel yaşamda köledirler. Eğer bir proletarsanız, iki tane tiranınız vardır: erkekler ve patronlar. Eğer bir burjuvaysanız, size bırakılan yegane özerklik [alanı] havailik ve fettanlıktır” (Jose Moya’nın alıntısı, Buenos Aires Anarşist Hareketinde İtalyanlar, ss. 197-8 ve s. 200).
Anarşizm, bu nedenle, ataerkiye karşı savaşmanın devlet veya kapitalizme karşı savaşmak kadar önemli olduğunun bilincinde olmaya dayanır. Louise Michel’den alıntılarsak:
“Değişmesi gereken ilk şey cinsler arasındaki ilişkidir. İnsanlık iki parçadan oluşuyor, erkekler ve kadınlar, el ele yürümemiz gerekir; aksine ortada bir düşmanlık var ve ‘daha güçlü’ olan parça daha ‘zayıf’ olanı kontrol ettiği veya öyle yaptığını düşündüğü müddetçe [bu düşmanlı] sürecektir” (Kızıl Bakire: Louise Michel’in Anıları, s. 139).
Dolayısıyla, feminizm gibi anarşizm anarşizm de ataerkiye karşı ve kadınların eşitliği için mücadele eder. Anarşizm ve feminizm oldukça ortak olan bir tarihie sahiptirler; ve, yine bireysel özgürlük, dişil cinsten üyeleri için eşitlik ve dişil cinsinten üyelerinin için saygınlığınaya olan yönelik ilgiyi paylaşırlar ortaktır (her ne kadar ama aşağıda daha ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi, anarşistler anaakımgüncel/liberal feminizmi yeteri kadar ileri gitmemeleri noktasında daima eleştirseler deir). Bu nedenle, 1960′ların yeni feminizm dalgasının kendisini anarşist tarzda anlamda ifade etmesi ve Emma Goldman gibi anarşist şahsiyetlerden esinlenmesi şaşırtıcı olmazmaktadır. Cathy Levine’ın belirttiği gibi, bu dönem boyunca “bağımsız kadın grupları, eril solun yapısı, liderleri ve diğer memurları yükümlülüleri olmadan faaliyet göstermeye başladılar; on yıllardan beridir farklı bölgelerde örgütlenen anarşistlerinkine bağımsız ve eşanlı olarak yılların ve bölgelerin anarşist organizasyonlarına benzer örgütleri organizasyonlar bağımsız bir şekilde ve eşanlı olarak yaratmaya başladılar. Bunların hiçbirisi de birer kaza eseri ile olmuş değildirler” (“Tirnalığın Tiranlığı”, Sessiz Söylentiler: Anarka-Feminist Okumalar, s. 66Anarşi: Resimli Rehber adlı eserde, Clifford Harper tarafından yapılan alıntı, s.182). Bu bir kKaza eseri değildir, çünkü feminist bilim insanlarının araştırmacıların da belirttiği gibi, kadınlar, Neolitik çağındönemin sonlarında başladığı düşünülen ataerkilliğin ve tahakküm ideolojilerinin ile ataerkinin yükselişmesiyle ortaya çıkan hiyerarşik toplumun ilk kurbanlarından birisidir arasında kadınlar yer alırlar. Marily French (İktidarın Ötesinde’de), insan ırkının ilk önemli toplumsal katmanlaşmasının, kadının fiilen etkin olarak “daha aşağıdüşük” ve “daha değersizaşağı” bir toplumsal sınıf haline sokulduğu, erkeğin kadına hakim hale gelmeye başladığıdiği zaman oluştuğunu öne sürer.
Anarşizm ile modern feminizm arasındaki bağlar hem fikirlerde hem eylemlerde vardır. Önde gelen feminist düşünür Carole Pateman (sözleşme kuramı ile bunun otoriter ve ataerkil temeline ilişkin) yaptığı tartışmada liberter fikirlere, yani “sosyalist hareketin anarşist kanadına” borçlu olduğunu belirtir (The Sexual Contract, s. 14). Üstelik, 1980′de şunları söyler: “otoriter, hiyerarşik, demokratik olmayan örgütlenme biçimlerinin eleştirisinin başlıca mevkisi son yirmi yıldır kadın hareketi olmuştur. … Birinci Enternasyonal’de Marks’ın Bakunin’i yenmesinden sonra, emek hareketi, millileştirilmiş endüstriler ve sol mezheplerdeki hakim örgütlenme biçimi devlet hiyerarşisini taklit etmiştir. … Kadın hareketi, toplumsal değişimi amaçlayan toplumsal hareketlerin ve [toplumsal değişime] ilişkin deneyimlerin geleceğin toplumsal örgütlenme biçimini önceden canlandırması gerektiği[ni vurgulayan] {Bakunin gibi anarşistlerin} uzun zamandan beridir bastırılmış olan [bu] fikrini kurtardı ve uygulamaya geçirdi” (Kadının Bozukluğu, s. 201).
Peggy Kornegger, anarşizm ile feminizm arasında, hem kuramda hem de pratikte var olan bu güçlü bağlantılara dikkat çeker. “Radikal feminist perspektif bakış açısı neredeyse tamamı ile saf anarşizmdir” diye yazar. “Ana kuram, teorik çekirdek, ailenin tüm otoriter sistemlerin temelini oluşturduğunu ifade ederöne sürer. Bir çocuğun bBabadan tutun da öğretmene, patrona ve tanrıya kadar [herkesten] kimden olursa olsun, bir çocuğun öğrendiği ders, Otorite’nin bilinmeyen büyük anonim sesine itaat etmektir. Çocukluktan erişkinliğe terfi etmekse, hiçbir sorgulamaktan yetisi olmayan ve hatta net bir şekilde açıkça düşünemekten aciz, yen, tam bir anlamıyla robot olmak demektir” (“Anarchism: The Feminist Connection”, Sessiz Söylentiler: Anarka-Feminist Okumalar, s. 26, a.y.). Benzer şekilde, Zero Collectives, Anarkao-feminizmin “feminizmdekiin anarşizminin farkına varılmasına ve [bunun] bilinçli olarak bunun geliştirilmesinde dayandığınıvar olduğunu” savunur (“Anarchism/Feminism”, ss. 3-7, The Raven, no. 21, s. 6).
Anarko-feministlerzm, tahakküm, sömürü, saldırganlık, rekabetçilik, duyarsızlaşma gibi otoriter nitelik ve değerlerein hiyerarşik uygarlıklarda fazla değer verildiğineyüce olarak değerlendirildiğine ve geleneksel olarak [bunlardan] “eril” olarak söz edildiğine işaret ederler değinildiklerine dikkat çekerler. Bunun aksine, işbirliği, paylaşma, şefkat, duyarlılık, yakınlık gibi otoriter olmayan-karşıtı nitelik ve değerler ise geleneksel olarak “dişil”dirler, ve aşağı değersizleştirilirde görülürler. Feminist bilim insanları araştırmacılar bu olgunun izlerini, erken Bronz Çağı’ndan önce varolan “dişil” niteliklerin ve değerlerin süregeldiği ve saygı gördüğü, işbirliğine dayanan temelinde varolan “organik” toplumların fethedilerek, [yerlerine] ataerkil toplumların serpilmesine kadar sürerler. Bu fetihlerihi takiben, bu gibi değerler giderek –özellikle de erkekler için, ataerkide erkekler tahakküm ve sömürüdennün yapılmasından erkeklerin sorumlu olmasından ötürü durumunda bulundukları için erkekler için– düşük değerli aşağılık olarak kabul edilmeye başlandılar (Bakınız örneğin Riane Eisler,’in Kadeh ve Bıçak Ağzı; ve Elise Boulding, ‘in Tarihin Alt Dip Tarafı adlı eserlerinde). Bu nedenle Böylece, anarkao-feministlerzm “toplumun dişilleştirilmesini”, yani işbirliğine, paylaşıma, karşılıklılığa yardımlaşmaya vb. dayanan otoriter olmayan, bir anarşist bir toplumun yaratılmasındanı”toplumun dişilleştirilmesi” diye bahsederler temsil eder.
Anarkao-feministler, kendinden-yönetim ve merkezsizleşmenin her ikisi birden olmadan toplumun “dişilleştirilmesine”nin başarılamayacağını belirtirler erişilemeyeceğine dikkat çekerler. Bunun nedeni ise, devirmek alt etmek istedikleri ataerkil-otoriter değer ve geleneklerin hiyerarşiler içinde barındırılması ve yeniden üretilmesidir. Böylece, feminizm merkezsizleşmeyi, ve sonuçta da kendinden-yönetimi ima eder. Hiyerarşik yapıları ve rekabetçi karar almanın biçimlerini ortadan kaldıran kolektif feminist örgütlenme biçimlerine ilişkin deneyimlerinden görüldüğü üzere, birçok feminist bunun farkındadır. Hatta bazı feministler ise doğrudan demokrasitik örgütlenmelerin özellikle dişil politik siyaset biçimleri olduğunu öne sürerler (örn. bakınız buna örnek olarak Nancy Hartsock’un, “Feminist Kuram ve Devrimci Stratejinin Gelişimi”, Zeila Eisenstein (ed.)’ın editörlüğünü yaptığı Kapitalist Ataerkillik ve Sosyalist Feminizm’in Meselesi adlı kitaptaki “Feminist Kuram ve Devrimci Stratejinin Gelişimi”adlı yazıya bakınız, ss. 56-77). Tüm anarşistler gibi, anarkao-feministler de kendini-özgürleştirmenin [self-liberation] kadınların eşitliğinde ve böylece de özgürlüğünde için anahtar olduğunu kabul ederler. Emma Goldman şöyle der:
“Onun [kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks metası olarak değil, bir kişilik şahsiyet olarak değerlendirmesiyle. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi bedeni vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek; Tanrı’yanın, Devlet’ine, toplumuna, kocanınya, aileninye vb. hizmetçisi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, anacak daha derin ve zengin yaparak. Yani, yaşamın anlam ve özünü tüm karmaşıklığıyla anlamaya çalışarak; kendisini kamuoyu görüşü ve kamusal ayıplanma korkusundan kurtararak toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek” (Anarşizm ve Diğer Makaleler, s. 211).
Anarkao-feminizm, feminizmi hem sağdan, hem de soldan kaynaklanan otoriter ideolojilerin etkilerinden ve hakimiyeti altına girmekten korumaya kurmasından kurtarmaya çalışır. Bu doğrultuda, hiyerarşik ve merkezi örgütlenmeleri ve organizasyonlar ile yine daha çok kadın patronlar, politikacı siyasetçiler ve askerler olmasını eşitliğe doğru bir adım olduğu yanılsamasıyla olarak algılanması aldanışını yaratan, “resmi” feminist hareket tarafından el üstünde tutulan kitlesel reformcu kampanyalar yerine; [anarkao-feminizm] doğrudan eylem ve kendi başına yapabilme kendi kendine yetme [self-help] ilkelerini öne çıkarır. Anarkao-feministler, kapitalist şirketlerde kadınların yönetici olabilmek için öğrenmeleri gereken, güya sözde “yönetim bilimi” diye adlandırılan şeyin, aslında şirket hiyerarşisinde ücretli işçinin kontrolü ve sömürüsüyle ilgili bir tekniklerinin bir paketi kümesi olduğunu belirtirler; öte yandan, toplumun “dişilleştirilmesi”nin için” ise, ücretli-köleliğin ve yönetimsel tahakkümün bütünüyle toptan ortadan kaldırılmasını gerektiğini belirtirler. Anarkao-feministler, nasıl etkin bir sömürücü ya da ezen bastırıcı olunacağının öğrenmenin eşitliğe giden bir patika olmadığının farkındadırlar (Özgür Kadınlar’ın bir üyesinin belirttiği gibi, “(b)iz erkeksi hiyerarşi yerine feminist olanını ikame etmek hiyerarşiyi erkeklerinkinin yerine geçirmek istemiyoruz” (Martha A. Ackelsberg’in alıntısı, İspanya’nın Özgür Kadınları adlı eserindeki alıntısı, ss. 22-3) –ataerkillik ve hiyerarşi konusu hakkında ddaha ayrıntılı bir tartışma için keza bakınız Kısım B.01.4).
Böylece, anarşizmin –kadınların özgürleşmesi ve eşitliğini desteklerken,– liberal (veya anaakımgüncelde hakim olan) feminizme geleneksel düşmanlığı anlaşılabilir. Federeica Montseny (İspanyol Anarşist hareketinin önde gelen bir ismi) bu tip feminizmin kadınların eşitliğini savunurken, mevcut olan kurumlara meydan okumadığını bir tehlike oluşturmadığını belirtir. Ona göre (anaakımgünümüzün hakim) feminizminin “tek tutkusu, mevcut ayrıcalıklar sistemine katılılabilmek için belirli bir sınıfına dahil kadınlarına daha fazla fırsat verilmesidir” yegane tutkusu, mevcut ayrıcalıklar sistemine katılabilmek için belirli bir sınıfa mensup kadınlara daha fazla fırsat tanınmasıdır; ve eğer bu kurumlar “erkekler onun avantajlarından faydalanırken adil değilse, kadınlar da onun avantajlarından faydalandığında yine adil olmayacaktır” (Martha A. Ackelsberg’in alıntısı, Op.Cit.İspanya’nın Özgür Kadınları adlı eserindeki alıntısı, s. 119, s. 90-91, s. 91). Böylece, anarşistlere göre, kadınların özgürlüğü bir patron veya ücretli bir köle, bir seçmen veya bir politikacı için eşit şansa sahip olması demek değildir, özgür birliklerde eşitler olarak işbirliği yapan özgür ve eşit bireyler olmak demektir. Peggy Kornegger şunu vurgular: “Feminizm bir birleşik kadın iktidarı veya bir kadın Devlet Başkanı demek değildir; birleşik iktidarın olmaması, Devlet Başkanları’nın olmaması demektir. Eşit Haklar Bildirgesi toplumu dönüştürmeyecektir; bu kadınlara sadece hiyerarşik ekonomiye eklemlenme ‘hakkı’ verir. Cinsiyetçiliğe meydan okumak demek –ekonomik, politik ve kişisel– tüm hiyerarşilere meydan okumak demektir. Ve bu da bir anarka-feminist devrim anlamına gelir” (Op.Cit., s. 27).
Görülebileceği üzere, anarşizm, anaakım feminizmde eksik olan sınıfsal ve ekonomik bir analizi içerirken, öte yandan da anaakım sosyalist hareketin aklına gelmeyen eviçi ve cinsiyet-temelli erk ilişkilerine yönelik bir farkındalık sergiler. Bu bizim nefert ettiğimiz hiyerarşiden kaynaklanır. Mozzoni’nin ifade ettiği gibi, “Anarşi tüm ezilenlerin davasıı savunur; bundan ötürü ve özel bir şekilde sizin, hem toplumsal hem de özel alanlarda iki kat ezilen kadınların davasını savunur” (Moya’nın alıntısı, Op.Cit., s. 203). Çinli bir anarşistten alıntılarsak, bu şu anlama gelir: “{anarşistlerin} cinsler arasında eşitlikten kast ettikleri sadece erkeklerin artık kadınları ezmemesi değildir. Bizler aynı zamanda erkeklerin başka erkekler tarafından, kadınların da başka kadınlar tarafından da artık ezilmemesini istiyoruz”. Bu nedenle, kadınlar “yöneticiliği tamamiyle devirmeli, erkekleri tüm özel ayrıcalıklarını bırakıp kadınlarla eşit olmaya zorlamalı ve ne kadınların ne de erkeklerin ezildiği bir dünya kurmalıdır” (He Zhen, Peter Zarrow’un alıntısı, Anarşizm ve Çin Siyasal Kültürü, s. 147).
DolayısıylaBöylece, Martha A. Ackelsberg’in belirttiği gibi, tarihsel anarşist harekette içerisinde, liberal/anaakımgüncelde hakim feminizm,in hep “cinsiyet mücadelesinin sınıf mücadelesinden veya bir bütün olarak anarşist projeden soyutlanamayacağı noktasında, kadınların özgürlüğüne kavuşmasıözgürleşmesine yönelik için bir strateji olarak ancak çok sınırlı bir anlamda hedefe sahip” olarak değerlendirilir olduğu” (Op.Cit., s. 119, a.y., s. 91) belirtilir. Anarkao-feminizm, bu geleneği sürdürerek, sadece ataerkil değil tüm hiyerarşi biçimlerinin yanlış olduğunu belirtir; ve eğer feminizmin tüm arzusu yalnızcabasitçe kadınlarına patron olmakta erkeklerle aynı –aynen erkeğin olduğu gibi– patron olma şansa sahip olmasını isterseını elde etme imkanı yaratmaksa, feminizmin o zaman feminizm kendi ülküleriyle idealleriyle çelişkiye düşeceğinimektedir belirtir. Aslında sadece aşikar olan bir şeyi ifade ederler: onlar “ne kadınların elindeki iktidarın muhtemelen zorlayıcı olmayan bir topluma yol açacağına inanırlar”, ne de “liderlik elitine sahip bir kitle hareketinden iyi bir şeyler ortaya çıkabileceğine inanırlar”. “Temel meseleler daima iktidar ve toplumsal hiyerarşidir”, dolayısıyla insanlar “ancak kendi yaşamları üzerinde güç sahibi olduklarında özgürdür” (“Sosyalizm, Anarşizm ve Feminizm”, Sessiz Söylentiler: Anarşist-Feminist Okumalar, s. 44). Çünkü, Louise Michel’in söylediği gibi, eğer “bir proletar köle ise; bir proletarın karısı daha da fazla köledir” (Op.Cit., s. 141).
Bu nedenle anarkao-feministler, tüm anarşistler gibi özgürlüğün inkarı reddi demek olan kapitalizme karşı çıkarlar. Kadını özgürleştireceği iddia edilen “fırsat eşitliği” kapitalizmi ideali, böyle bir sistemde hala çalışan kadınların (kadın veya erkek olsun) patronları tarafından ezileceği baskı altında tutulacağı gerçeğini gözardı eder. Anarkao-feministlere göre, kadınların kurtuluşu özgürleşmesi mücadelesi aslında hiyerarşiye karşı mücadeleden soyutlanamaz, L. Susan Brown’un ifadesi ile;
“Anarşist-feminizm, feminist kaygılarıa içeren uygulanan anarşist duyarlılığın bir ifadesi olarak, bireyi başlangıç noktası olarak ele alır; tahakküm ile tabi olma ilişkilerine karşı çıkarakmada, hem erkekler hem de kadınlar için bireysel varoluşlıksal özgürlüğü koruyacak, araçsal olmayan ekonomik biçimleri savunurele alır” (Bireycilik Politikası, s. 144).
Anarkao-feministlerinzm, ekolojik krizlerin hiyerarşik uygarlığkların otoriter değerlerinde yatan kökenlerini, ekolojik krizlerin kaynaklarını anlamamızda önemli katkılarda bulunabilir. Örneğin, bazı feminist bilim insanları araştırmacılar, doğaya tahakküm uygulanması hakimiyet kurulması ile tarih boyunca doğayla birlikte tanımlanan kadına tahakküm uygulanması hakimiyet kurulması arasında bir paralellik olduğunu öne sürerlera dikkat çekmektedirler (örneğin, bakınız Carline Merchant’ın eseri, Doğanın Ölümü, 1980). Hem kadın, hem de doğa otoriter kişiliği nitelendiren karakterize eden kontrol etme tutkusunun birer kurbanıdırlar. Bu nedenle, giderek artan sayıdaki radikal ekolojist ve feminist, amaçlarının gerçekleştirebilmesi için hiyerarşilerin parçalanması gerektiğinin farkına varmaktadırlar.
AyrıcaBunlara ek olarak, anarkao-feminizm kadınlarla erkekleri birbirine eşit tutarken, onların farklılıklarına da saygı göstermenin önemini bize hatırlatır. Diğer bir deyişle, çeşitliliği fark etmek ve ona saygı göstermek hem erkekler, hem de kadınlar için geçerlidir. Birçok erkek anarşist, sıklıkla (kuramda) cinsiyetçiliğe karşı oldukları için pratikte de cinsiyetçi olmadığına inanır. Böyle bir varsayım yanlıştır. Anarko-feminizm, teori ile pratikte arasındaki tutarlılık sorununu toplumsal aktivizmin önüne getirir ve sadece dışsal değil aynı zamanda da içsel kısıtlarla mücadele etmemiz çarpışmamız gerektiğini bize hatırlatır.
Yani, anarka-feminizm bizi vaaz ettiğimiz şeyleri uygulamaya çağırır. Cinsel eşitlikten bahseden erkek anarşistlerin cinsiyetçiliğiyle karşılaşan İspanyol anarşist kadınları bununla savaşmak amacıyla Mujeres Libres içerisinde örgütlenmişti. Kurtuluş devrimden sonraki bir güne bırakmaya inanmadılar. Onların kurtuluşu bu devrimin ayrılmaz bir bileşeniydi ve bugün başlatılmalıydı. Bu açıdan, erkek yoldaşlarının “geleceğin toplumunda” cinsel eşitlik [olması] “lehinde haykırır”ken, bu konuda hemen şimdi hiçbir şey yapmamalarından bıkan Illinois Kömür kasabalarındaki anarşist kadınların vardığı sonucu tekrar ederler. Özellikle aşağılayıcı olan bir benzerlik kullanırlar: erkek yoldaşlarını “açlıktan kıvranan kitlelere … cennette ödüller olacağı sahte vaadinde bulunan” rahiplere benzetiler. Annelerin, kızlarının “cinsel farklılıkların haklarda eşitsizlik anlamına gelmeyeceğini; ve “bugünün toplumsal sistemine karşı isyankarlar” olarak, “kadınların ahlaki ve maddi değersizliklerini elde tutmaya çalışacak erkeklerin baskısına karşı özellikle savaşmaları gerektiğini anlamalarını” sağlaması gerektiğini belirtirler (Ersilia Grandi, Caroline Waldron Merithew’in alıntısı, Anarşist Annelik, s. 227). [Bu kadınlar], İspanyol yoldaşlarının örgütlenmesinden otuz yıldan daha fazla bir süre önce, yukarı Illinois vadisi kömür kasabalarında kapitalizm ile ataerkiye karşı mücadele etmek için “Luisa Michel” grubunu kurmuşlardı.
Anarka-feministlere göre, cinsiyetçilikle mücadele özgürlük savaşımının anahtar niteliğinde bir yönüdür. Bu, feminizmin yükselişinden önce çoğu Marksist sosyalistin savunduğu gibi, devrimin ardından bir şekilde otomatikman çözüme kavuşacak, kapitalizme karşı “gerçek” savaşımdan bir sapma değildir. Savaşımın hayati bir parçasıdır:
Bizim sizin ünvanlarınızdan hiçbirisine ihtiyacımız yok. … Hiçbirisini istemiyoruz. Bizim istediğimiz bilgi ve eğitim ve hürriyet. Haklarımızın ne olduğunu biliyoruz ve onları talep ediyoruz. En önemli kavgada hemen yanıbaşınızda değil miyiz? Siz erkekler kadın hakları savaşımını bu en önemli kavganın bir parçası yapacak kadar güçlü değilmisiniz? Ancak o zaman erkekler ve kadınlar birlikte tüm insanlığın haklarını kazanacaklar” (Louise Michel, Op.Cit., s. 142).
Bu devrimcileştirici toplumun anahtar niteliğindeki bir parçası da cinsiyetler arasındaki mevcut ilişkinin dönüştürülmesidir. Evlilik özel bir kötülüktür, çünkü “İncil’e, ‘ölüm ayırana kadar’a dayanan eski evlilik biçimi … erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini, kadının erkeğin kapris ve emirlerine tamamen boyun eğmesini savunan bir kurumdur”. Kadınlar “erkeğin hizmetkarı olma ve onun çocuklarını büyütme işlevine indirgenirler” (Goldman, Op.Cit., ss. 220-1). Bunun yerine, anarşistler “özgür aşk”ı, yani bir partnerin otorite olduğu diğerinin ise sadece itaat ettiği çiftler ve aileler yerine, eşitler arasındaki özgür anlaşmaya dayananlar. Böyle bir birleşme kilisenin veya devletin onayı olmadan gerçekleşecektir, çünkü “birbirini seven iki insanın yatağa gitmek için bir üçüncü kişinin iznine ihtiyacı yoktur” (Mozzoni, Moya’nın alıntısı, Op.Cit., s. 200).
Eşitlik ve özgürlük adil bir ilişkiden daha fazla şeyi kapsar. Ne erkekler ne de devlet kendi bedeniyle ne yapması gerektiğini kadına söyleyemez. Yani, kadınlar kendi bedenlerini ve tabii ki kendi üreme organlarını kontrol etmelidirler. Dolayısıyla, anarka-feministler, genel olarak anarşistler gibi, seçim yapmayla ve üremeyle ilgili haklar (yani, kadınların kendi üreme kararlarını kontrol etme hakkı) yanlısıdırlar. Bu geçmişi uzun bir konumdur. Emma Goldman, doğum kontrolü yöntemlerini ve ne zaman hamile kalacaklarına kadınların karar vermesi aşırı görüşünü açıkça savunmasından ötürü eziyet görmüş ve hapsedilmişti (Feminist yazar Margaret Anderson’un ifadesiyle, “‘kadınların hep ağızlarını kapalı, rahimlerini açık tutmalarının gerekmediği’ni söylemesinden ötürü Emma Goldman 1916′da hapse atılmıştı”).
Anarka-feminizm bu kadarla kalmaz. Genel olarak anarşizm gibi, sadece evde yaşananları değil toplumun tüm yönlerini değiştirmeyi hedefler. Çünkü, Emma Goldman’ın sorduğu gibi, “evdeki dar görüşlülüğün ve özgürlükten yoksunluğun yerini fabrikadaki, berbat ayölyedeki, mağazaki veya bürodaki sar görüşlülük ve özgürlükten yoksunluk alırsa, ne kadar bağımsızlık kazanılmış olur?” Bu nedenle, her yerde kadınların eşitliği ve özgürlüğü için mücadele edilmeli, bunlar hiyerarşinin tüm biçimleri karşısında savunulmalıdır. Bunlar ne de oy kullanmakla elde edilebilirler. Anarka-feministlere göre, gerçek kurtuluş ancak doğrudan eylem yoluyla sağlanabilir ve anarka-feminizm kadınların kendi faaliyetlerine ve kendi kurtuluşuna dayanır, çünkü “oy kullanma hakkı veya eşit yurttaşlık hakları iyi talepler olabilir … [ancak] gerçek özgürlük ne seçim sandıklarında ne de mahkeme salonlarındadır. Kadının ruhunda başlar … özgürlüğü elde etme gücü büyüdükçe özgürlüğü de büyüyecektir” (Goldman, Op.Cit., s. 216 ve s. 224).
Anarşist hareketin tarihi bunun kanıtıdır. Her kazanım, kadınların kendi eylemleriyle aşağıdan gelmiştir. Louise Michel’in ifade ettiği gibi, “biz kadınlar kötü devrimciler değiliz. Kimseye yalvarmadan savaşımlardaki yerimizi alıyoruz; aksi taktirde, dünyanın sonu gelene kadar önergeler ileri sürebilir ve onları kabul ettirebilirdik ve hiçbir şey kazanmazdık” (Op.Cit., s. 139). Eğer kadınlar başkalarının kendileri için harekete geçmesini beklemiş olsaydılar, toplumsal konumları asla değişmezdi. Bu en başta da oy hakkı kazanmayı kapsar. Kadınların oy hakkı taraftarı militan genel oy hakkı hareketi karşısında Britanyalı anarşist Rose Witcop şunu söylüyordu: “bu hareketin efendilerine, erkeklere karşı şimdiye kadar fazlasıyla itaatkar olan kadınların, en sonunda efendilerinden daha aşağı olmadıkları gerçeğini fark ettiklerini gösterdiği doğrudur”. Ancak, kadınların oylarla değil “kendi kuvvetleriyle” özgür olacağını da ekler (Sheila Rowbotham’ın alıntısı, Tarihte Gizlenenler, ss. 100-1 ve s. 101). 1960′ların ve 1970′lerin kadın hareketi bu analizin doğruluğunu gösterdi. Eşit oy hakkına rağmen, kadınların toplumsal yeri 1920′lerden beri değişmeksizin kalmıştır.
Son olarak, anarşist Lily Gair Wilkinson şunu vurguluyordu: “‘oy’ istemek asla bir özgürlük talebi değildir. Ne için oy kullanmak? Oy kullanmak şu veya bu yasa yapıcı tarafından yönetilmeye rıza gösterdiğini göstermektir” (Sheila Rowbotham’ın alıntısı, Op.Cit., s. 102). Bu sorunun özüne, yani hiyerarşi ile bunun yarattığı –ataerkinin sadece bir altkümesi olduğu– otoriter toplumsal ilişkilere dokunmaz. Kadınların hakiki özgürlüğü ancak politik, ekonomik, toplumsal ve cinsel patronların tümünden kurtularak başarılabilir; ve “bu kadınların gerçek anlamda insan olmasını mümkün kılar. [Kadında] öne sürülmeye can atan her tür iddia ve faaliyet tam ifadesine kavuşmalıdır; tüm suni engeller parçalanmalı, daha büyük özgürlüğe doğru giden yol yüzyıllardır süren boyun eğme ve köleliğin her türlü kalıntısından temizlenmelidir” (Emma Goldman, Op.Cit., s. 214)
ÇEVİRİ: Anarşist Bakış
Kaynak: “A.3 What types of anarchism are there?”, Anarşist Sıkça Sorulan Sorular (versiyon 11.2).

No comments:

Post a Comment